GERÇEKLİK
Gerçeklik geçici, değişken, göreli, kuşkulu, öznel olmamalıdır.
Gerçeklik Türkçe’de de “gerçek” sözcüğü Kavram ve Olgusallığın birliğini anlatır, örneğin “gerçek insan,” "gerçek dost" dediğimizde olduğu gibi. Doğal bilincimiz, duyusalın var olduğu sanısı içindeki bu duyu pekinliği bu kavrayış düzeyinden çok uzaklardadır. Bu bilinç, algı kipine geçtiği zaman, fenomenal, geçici, yitici olana, Kavramına uygun olmadığı için gerçekten var olmayana, oluşta olana “Gerçeklik” der. Ama bir de bu yanlışlığı dikkatsizce değil ama bilerek yapan ve yanlış olanı zorla Gerçekliğin yerine geçirmeyi isteyen ve bunu felsefe adına yaptığını ileri süren kavramsız, görgücü, olgucu bilinç vardır.
Sık sık bilgisizce sözleri edilen Herakleitos ve Parmenides fenomenal dünyayı “Gerçeklik” olarak değil, çelişki ve akış dünyası olarak görürler. Gerçeklik onlar için değişmez Birdir, tanrısal Logostur. Görüngü dünyası değişen, gelişen, kendini sürekli olumsuzlayarak gerçek biçime doğru akışta olan doğal ve tinsel varoluş alanıdır, çünkü fenomen Kendisi olduğu gibi Başkası da olan, kendi olumsuzu da olandır. Fenomenal dünya Gerçeklik değil, bir Sanı dünyasıdır, çünkü Görünen gerçekte olduğu gibi Olan değil ama olmadığı şey olan, Olmadığı olan, “gibi görünen”dir; ve orada, Realitede olan herşey yalnızca sanılandır, çünkü Varlığı salt bugün içindir ve yarın yoktur, ilksiz-sonsuz değildir ve geçici olmanın anlamı budur.
Sonluluğa, geçiciliğe tanrısal “Gerçekliğin” anlamını ve değerini vermek için bir kafanın aslında gündelik doğal bilincin de gerisine düşmesi gerekir, çünkü doğal bilinç bile şimdi var olan ama yarın var olmayacak olana “Gerçek” demeyi kabul etmez. Bir cisme, örneğin bir ağaca, taşa, toprağa “Gerçek” dendiğini yalnızca kimi sözde felsefe çalışmalarında buluruz. Ve tam olarak aynı yolda bir de mitolojide.
Bu saçmalığı normalleştirmek için arkadan gelmesi kaçınılmaz olan girişimler daha da çirkindir. Türkçe “Gerçeklik” sözcüğünü yasaklayıp yerine “Hakikat” gibi arkaik, yabancı bir sözcüğü geçirmek ve “Gerçekliği” yalnızca ve yalnızca görüngüsel olanı anlatmaya zorlamak, bu barbarlık yalnızca doğal dili bozmak değildir. Bu yapaylık Türk dilinin bütün bir tarihi boyunca bu en yüksek sözcükten ve en yüksek Kavramdan yoksun kalmış olduğunu, bütün bir sürecinde hiçbir zaman onu üretememiş olduğunu kabul eder. Ama açıktır ki onu üretemeyen yalnızca kendini onu kavramaya yeteneksizleştirmiş olan sözde entellektüeldir.
Gerçek olan var olandır, ve sözcüğün bu ontolojik imlemi onun Varoluş dünyası ile, Görüngü dünyası ile bağıntısını aklayan yandır. Ama Görüngü Varlığı olduğu gibi Yokluğu da kapsar; akıştadır; sürekli değişim içindedir, kalıcı değil, geçici ve yiticidir ve bu düzeye dek Gerçekliği geçici bir gerçekliktir, Gerçeklik değildir. Olgusallık, kapsadığı olumsuzlamadan ötürü, denmek istenen Kavramı çok daha uygun olarak anlatır. Olan, bir Olgu olan o denli de var olmamış olan, oluşmuş olan, ortaya çıkmış olandır. Sonludur.
Hiç kuşkusuz sağın anlamın beklenmediği yerde, gündelik konuşmada “gerçekleşme”den pekala söz edebiliriz, örneğin bir tasarın yaşama geçirilmesi, bir olgu olması, olgusallaşması durumunda olduğu gibi. “Gerçeklik” sözcüğünün bu anlamdaşlığa izin vermesinin zemini Görüngü olmanın, Varoluş olmanın kendisinde olumsuzu, yok olma olanağını olduğu gibi olumluyu, Varlığı da kapsıyor olmasıdır. Ama Varlığı ve Yokluğu birlikte kapsayan kavram Oluş sürecinden başka hiçbir yerde varolmayan Olgusallıktır, Realitedir.
Yabancı, arkaik “Hakikat” sözcüğü suçlu değildir. Yalnızca arkaik tınısı ile güzel değildir ve kendini Türkçe’nin ses uyumuna bırakmaz. Gene de “Hakikat = Gerçeklik” eşitliği geçerlidir. Ama kavramsız entellektüel “Gerçeklik” sözcüğünü yalnızca “fenomenal Olgusallığa” hapsetmeyi istediği ve bunu bir de Felsefe adına yapmayı istediği zaman, bu barbarcasına beceriksiz kafaya bütün bir tarihi boyunca Bilim adına, Felsefe adına, Güzel Sanat adına, İnsanlığın kendisi adına hiçbirşey yapamamış ve bu çirkinlik, yapaylık ve özsüzlük ile hiçbirşey yapamayacak olduğu anımsatılmalıdır. Kavramsız aydının karakteri her zaman yenilikten korkmak ve buna göre Yasaklayıcılık, Tutuculuk, Değişmeme, Gelişmeme olsa da, Dilin Özü bu despotik bilincin dokunamayacağı ussallığın ve güzelliğin kendisidir.
“Doğruluk” sözcüğünün kavramı da bu bağıntılar içinde kendini gösterir ve bilincimde bulunan bir düşüncenin, bir tasarımın bir olguya, bir fenomene karşılık düşmesini anlatır. "Şimdi kar yağıyor," dediğimde bu pekala doğru olabilir. Ama olmayabilir de.
Olgu olmuş olandır, ve böyle olarak değişimi, başkalaşımı asıl özünde kapsar. “Doğruluk” Kavramın değil, Tasarımın Olgu ile, Fenomen ile, Olgusallık ile bağdaşmasıdır. |